Ana içeriğe atla

Bir Hikaye

Bir dergi için yazdığım sonrasında ise berbat olduğunu düşünerek yayınlatmaktan vazgeçtiğim hikayem olur kendileri. Bir kez daha okudum da şimdi harbiden kötü olmuş benden adam olmayacak galiba


 Yavaşça gözlerini açtı. Her insan gibi uyandığı günde ilk gördüğü ilk şeyi hatırlayamayacaktı. Dikkatlice yorganını açıp doğruldu. Yatağının yerini kimin değiştirmiş olabileceğini düşünmeye başladı. Harcadığı yarım saatin ardından, gün doğumunu görmek için yaptığı değişikliği hatırladı. Gün doğumunu görme istediği içinde yaşayan tek istekti. Tepelerin arkasından doğmaya başlayan güneş biraz olsun onu kendine getirdi. Uyumadan önce ayak baş parmağıyla çıkardığı çoraplarını buldu. Çorap giymeye gösterdiği özeni hayatına yansıtabilseydi tamamen farklı bir insan olabilirdi. Mutfağa doğru yürüdü uzunca koridordan. Kahvesinin suyunu ısıttı. Küllüğü temizledi. Davidoff'un kokusunu duymadan güne başlayamazdı. Kahve bardağını koydu masaya. Küllüğünü de koydu. Masa da masaymış ha en az Armin kadar dayanıksızdı.  
 Önüne ilk çıkan kıyafetleri giyip okula doğru yola çıktı. Okula gitmek, çanta taşımak, ayakkabı giymek, yürümek, başını çevirmek onu neredeyse öldürecekti. Hayatta kalmaya bile üşeniyordu. Turgenyev'den bile nihilistti ama nihilist olmaya da üşeniyordu. İnsanların yüzlerini seyrederek bir sigara daha yaktı. O hariç herkesin yetişecek bir yeri vardı. Uzun zamandır koşmadığını düşündü. Tanrı, Armin'i insan değil de gezegen olarak yaratsaydı; boşlukta dönmeyi bırakırdı.
 Yolun karşısına geçtikten sonra birden bire durdu. Yürümeye üşenmişti. Arkasından gelen adamdan yediği omuz bile onu kendine getirmeye yetmedi. Yanından geçen yüzler bir bir ona döndü bir an. Mavi gözler, seyrek bıyıklar, gün ışığında parlayan kafa derileri; aralarından seçebildikleri sadece bunlardı. Fren sesi ve lastik kokusuyla kendine geldi. Ne kadardır ayakta durduğunu tahmin etmeyi diledi. Ona doğru dönen yüzlerinin sayısının artışından saatler geçtiğini anlaması ise uzun sürmedi. Sigarası filtresine kadar yanmıştı. Eskisini yere attıktan sonra başını sola yatırıp yenisini yaktı. Derin bir nefesi boğazını yakan o acı izledi.
 Otobüse binmeye karar vermişti. Boş otobüste en arkaya gitmektense ilk koltuğa oturdu. Şoför bile şaşırmıştı. İneceği durağa gelene kadar yolu seyretti. Yavaş adımlarla okulun önüne kadar gelebildi sonunda. Girişteki büyük demir kapıdan hep tiksinmişti. Görmek istemediği anlarda çam ağaçlarına odaklanır, deliler gibi yukarıları seyrederek kapıdan geçerdi. Bu kez soluna dönüp güvenlik görevlisiyle göz göze geldi. Ağzını açsa ilk arkadaşını bile edinebilirdi. Üşendi. Kapıdan hemen sola dönüp ağaçlar arasında ki yola girdi. Kafe’nin önünden geçmemek için ise bir yanda ki yola doğru seğirtti. Sosyal Bilimler binasının dönemeçli merdivenlerini soluk soluğa çıkıp en nihayetinde tuvaletin kapısından geçebildi. Alaturka olanı tercih ederdi hep. Hayatının ilk değişikliğini yapıp pisuarın önünde durdu. Neden pisuarın icat edildiğini düşündü. Fayansı bulan adamın amacı neydi? Duvardaki sivri çıkıntıların var olma sebebi? Sivri çıkıntı konuşabilseydi; bunu ona sormayı isterdi. Kendi var oluşu sorununu ise Sartre'a bırakmakla yetindi. Sartre sorusunun cevabını bulsaydı, kendisine vahiy geldiğini iddia edip yeni bir din kurar mıydı? Cevabı vermese de Sartre'ın kesinlikle matematik dersindeyken bu fikre kapıldığına inandırdı kendini. Günün başında ne gördüğünü hatırlamaya koyuldu kendini bu fikirlerden kurtararak.  Yine gördüğü ilk şeyi hatırlayamadı. 
 Terlemeye başlamıştı. Yüzünü silmediği için boynunda terin akışını hissetti. Viski içerken bile bu kadar zevk almamıştı boğazından geçenleri hissederken. Düşünmekten yorulup terleyen tek canlı formuydu Armin. Üşense de düşünmeyi bırakamayacağını oda biliyordu. Kayra kendini kandırmıştı. Kimse beyinsel ölümünü gerçekleştiremezdi. Karanlık odasının içinde karanlığı düşündüğünden emindi. Kinyas ve Kayra romanını nedense unutamamıştı.
 Dersin başlamasının üzerinden sadece 5 dakika geçmiş olduğunu öğrenince annesinin bu haber üzerine nasıl deliler gibi sevineceğini hayal etmeye çalıştı. Çantasını sıranın üstüne koydu kafasıyla birlikte. Her zamanki günlerden bir tanesiydi. Nedensiz! Bileğindeki dikiş izlerine baktı. Böyle yaşamaktansa ölmeyi çok kez denemişti. Neden ölemediğini düşünmek ise Armin için işkenceydi. Bugüne kadar yaptığı en güzel kahvenin ilk defa hocasının sözlerini duyabilecek kadar onu ayıltmış olmasına şaşırarak bileklerini düşünmekten vazgeçti .
 Kulaklarım da bana benzemiş dedi fısıltıyla. Sesleri içeriye aktarmaya üşendiklerinden olsa gerek çoğunu kaçırdı dalga dalga yayılan kelimelerin. Küçük bir egzersizden sonra hayatını değiştirecek o sözleri duymaya başlamıştı ihtiyatla. Hakan Hoca yutkunduktan sonra devam etti: Yaşlılar neden yorulmazlar? İçlerindeki enerjiyi neden yitirmezler? Ağaç taşıyan dedelere rastladım çok kere. Bazılarımız yürümeye üşenirken. Bu bizim istediğimiz dışında gelişti sanırım. Bizi böyle olmaya zorladılar. Onlar kimler? Bilmiyorum. Ama bir gerçek varsa insanların böyle olmaları için çabalandığı. Düşünsenize hiçbir şey öğretmeyen bir eğitim sisteminin içinde, her işini başkalarına yaptırma güdüsüyle yetişen bireylerin ne hale gelebileceklerini. Yeni nesil için tek başına ayakta kalmak çok zor olmalı. Belki bu bir politikadır. Belki de değildir. Ama bildiğim tek bir şey varsa: Oda vahim durumda olabileceğimizdir.
 Hayatı gözlerinin önünden kısa film gibi geçti Armin’in. Zaten uzun metrajlık ne yapmıştı ki. Lise çağı: siyah elbiseler, sert müzikler, felsefe kitapları, sivilceler. Herkesten farklı olmaya çabalamıştı. Anlaşılması imkansız kitapların içinde bocalamıştı yıllarca. Filmler izlemişti onlarca. Bazen Zeitgeist’da takılı kalmıştı. Bazen de When Nietzche Wept’te. En kötüsü Into the Wild olmuştu onun için. 1 hafta dağda yaşamaya çalışmıştı. Kendi de gülerdi bu duruma. Tek başına dünyayı kurtaramayacağını gördüğü anda dizlerinin üstüne çökmüştü. Bağırmak istemişti neden diye.  Ardından saldırmak isteği sağa sola. Bankaları yakmak istemişti, polislere bomba atmak Louis Lingg için. Yapmadı. Neden yapacaktı ki? Birkaç sakallı adamın ortaya attığı fikirleri benimseyecek kadar küçük görmüyordu kendini. Ya kendi çıkış yolunu bulacaktı ya da kendi çıkmaz sokağında kalacaktı. Herşeyden üşenerek ölüler gibi yaşamayı seçmişti kendi sokağında. Telaşlı, aptal ve bitkindi. Filmin sonunda Hakan hocanın söyledikleri yıldızların üstünden akarak geçmişti. Belki de son umuttu onun için bu birkaç cümle. 
 Peki birkaç cümle hayatını değiştirebilecek miydi Armin’in? Birkaç cümle bütün dünyayı değiştirebilirdi. Birilerinin onu yönlendirmesindense ölmeyi tercih ederdi. Bunu düşünmek içinde ki ilk alevi yaktı. Ardından istemsizce ayağa kalktı Armin. Ayaklarında ki demirlerinden kurtulmuşçasına koşmaya başladı. Uzun süredir tatmadığı ne varsa yapmak istedi: aşık olmalı, koşmalı, ağlamalı belki de insan olduğunu hissetmeliydi. Hayat dedi yanından yürüyen kıza: Sence de çok kısa değil mi boşa geçirmek için? Birinin ona hayatı fısıldaması gerekliymiş. Kendi göremezken göstermeliymiş dünyada ki estetiği. Kırık bir kapının bile istenilince mükemmelleştiği o anda Armin hissetmeye başlamıştı. Durmaksızın koşmaya devam ettiği sırada mutluluğun resmini yatakta olmasada koşarak çiziyordu. Sınıfta duyduğu birkaç cümle onu tam anlamıyla kendine getirmişti. En az bir yaşlı kadar yaşama sevincine bürünmüş koşuyordu. Şimdi bunu anlatmalıydı herkese: Neden bir yaşlı kadar güçlü değildi yıllarca?

SleepandBeer

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım Sıkılıyor

Günlerdir bir şeyler yazıyorum. Yine de düşüncelerime yetişemiyorum. Canım sıkılıyor. 3 gündür kullandığım kalemim ve ben. Birlikte yapayalnızız. Dün Eternal Sunshine diye bir film izledim. Jim Carrey ve Kate Winslet başrolde. İki aşığın birbirlerini hafızalarından sildirmelerini anlatıyordu. Yine de kopamadılar. Birbirlerini akıllarından silmeleri, kalplerinden silmelerine yetmedi. Bir ara bende keşke kitap okumaya başlamadığım yıllara gitsem diye düşündüm. Hayatı yanlış anladığım o güzel yıllara. Sonra vazgeçtim. Filmin son sahnesi gözümü yaşartmıştı. Jim: Bekle, bekleee Kate: Ne var, noldu? Jim: Bilmiyorum, sadece bekle... Bunun nesinden etkilendim bilmiyorum. Birkaç dakikalığına düşüncelerimden uzaklaştım diye heralde. Ne zamandır içimde Sen diye hayali bir karakter var. Bunu kafamda mükemmel şekilde yaratıp kağıda dökmek istemiştim. Olmadı. Yapamadım. Hayalimdeki Sen beni anlatır diye korktum. Herkes kendinden pay çıkaracaktı yazılarımda. Bende, 'senden bahsetmiyorum,

Duygularımı yok ediyorum

Herşey var! Bütün evreni kapsayan bir sözcük neden ayrı yazılır. Herşey: Dünya üzerinde bitişik yazılması gereken tek kelime. Herşey var! Ama benden çok uzaktalar. Hayat tek aşkım olsaydı onun için dağları delmek yerine çevresinden dolaşırdım. Yolda elbet biri kestirme gösterirdi bana. Yanlış yerde doğduğumun farkındayım. Yanlış şeyler okuyup, yanlış bir yola girdiğiminde. Bütün duygularımı köreltip, kopmalıyım çevremden. Bedenimi özgürleştirmeliyim. Başkasının ağzından çıkan sözlerin kölesi olmaktansa, orta çağda Dünya'nın düz olduğunu haykırmayı tercih ederim. Bugün akşam yemeği yerken ilk adımı attım. Babam saçmaladı yine ve ben sinirlenmedim. Patlamak üzere olan volkanı mantarla kapattım. Büşra aklıma geldi ve suratına bıyık çizdim. Türk bayrağıyla dalga geçen bir İngiliz'e İskoçla beraber küfrettim. Sonra elime bir "ale" alıp İngilizle yudumladım. Kendi kendimin babasıyım. Beni düzmeye çalışan hayatı, ondan önce düzmek amacım. Ama içimden ne bir Kayra çıkacak n

İçim Bomboştu

Geçen gece uzun zamandır görmediğim bir kız arkadaşımla konuşuyordum. Kendisi ‘ooo … bey’ demese yazmayacağım, o derece hayırsızım. Gerçekten de öyleydi ama. Bu durumdan her fırsatta yakınırdı. haklıydı da. Sorsanız niye öyleydi diye verecek en ufak cevabım yok. En ufak yok. Neyse... ‘Resmen unuttun, hiçbir şey yokken çekip gitmen, konuşmaman üzüyor beni.’ dedi. Bende ‘Senle ne alakası var şimdi, ben hep burdayım. Ve sakın seni unuttuğumu söyleme, Sadece ne konuşacağımı bilmiyorum o kadar.’ dedim. Dürüstlüğümden bir gram ödün vermedim bunları söylerken. Ne diyeceğini kestiremiyordum. ‘Ben unuttuğunu düşünüyorum… Eskiden konuşacak çok konumuz vardı sanki. Konuşmak istemek yetiyor bazen. Bence...’ dedi. Düşündüm biraz. Ne paylaşabilirim ki ben onunla dedim. Sonra ona sordum. ‘Benimle ne paylaşmak isterdin?’ diye. ‘Bilmem’ diye yanıt verdi. Sorular yanıtsızdı. Hep öyle olurdu zaten. Birbirimizden düşünsel olarak uzakta olsak bile yetinebilir miydik acaba? Ya da yürütebilir miydik ara