Ana içeriğe atla

Pembe Kazak

Pembe kazaklı birinin hayat görüşü merak edilmez! Siyah renkten bundan vazgeçtim. Üstümde ki her t-shirt bir şeyler anlatıyordu. Botlarım neredeyse hiç susmuyordu yeni birini görünce. Yüzüklerim batıyordu insanların gözlerine. Ben değil kıyafetlerim konuşurken yaşayamazdım. Değiştirdim hepsini, ilk kazandığım parayla. Mavi renk hala anlamsız siyahın yanında. Böyle olması daha iyi oldu. 

Annem sorgulamaz oldu satanist olduğumu, babam rahat bir uyku uyudu, yeni bir kız çevirdi kafasını bana doğru. Beni anlatan sadece saçlarım kaldı. Glam metalciler babalarına yapabilecekleri en büyük asiliği, saçlarını uzatıp makyaj yapmak olarak görürler. Bense müdür yardımcısına gıcık olduğum için uzattım saçlarımı her seferinde. Headbang yaparken daha büyük orgazmlar yaşamak. Rüzgarda salınan saçlar ya da headbang yaparken gözüne giren ıslak saçın verdiği hazzın geçilemeyeceğini anladım. Maviler giyerken benim farklı olduğumun az da olsa anlaşılması için uzattım belki de saçlarımı. Ama ben bu evrimin sonunu gayet net biliyorum: Benden onlardan biri yaratacaklar ve Yavuz Çetin yine haklı çıkacak. 





Yorumlar

  1. kıyafetlere gore ınsanları yargılamak cok yanlıs bısey benım gorusum

    YanıtlaSil
  2. benim anlatmaya çalıştığım kıyafetleriyle yargılamakla alakalı değil. Genel bakış açısıyla alakalı. Slayer t-shirtüyle oturan gerçek bir Slayer dinleyicisiyle siyasi bir tartışma yapabileceğimi ilk görüşte tahmin edebilirim. Ama pembe kazakla oturan biriyle yan yana geldiğimde siyaset konusu açmaktansa başka konular açaarım. Hepsi bu!

    YanıtlaSil
  3. neden bilmiyorum am akatılıyorum; mutlaka bir şeyleri farkediyor, birilerini yargılamak değil de sanırım nabza göre şerbet dedikleri seninkisi. aynısını uyguladığım için çok aşina geldi. t.ler çok güzel olmuş ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Aynen işt nebze göre şerbet ahanda kocaman yazının özeti

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım Sıkılıyor

Günlerdir bir şeyler yazıyorum. Yine de düşüncelerime yetişemiyorum. Canım sıkılıyor. 3 gündür kullandığım kalemim ve ben. Birlikte yapayalnızız. Dün Eternal Sunshine diye bir film izledim. Jim Carrey ve Kate Winslet başrolde. İki aşığın birbirlerini hafızalarından sildirmelerini anlatıyordu. Yine de kopamadılar. Birbirlerini akıllarından silmeleri, kalplerinden silmelerine yetmedi. Bir ara bende keşke kitap okumaya başlamadığım yıllara gitsem diye düşündüm. Hayatı yanlış anladığım o güzel yıllara. Sonra vazgeçtim. Filmin son sahnesi gözümü yaşartmıştı. Jim: Bekle, bekleee Kate: Ne var, noldu? Jim: Bilmiyorum, sadece bekle... Bunun nesinden etkilendim bilmiyorum. Birkaç dakikalığına düşüncelerimden uzaklaştım diye heralde. Ne zamandır içimde Sen diye hayali bir karakter var. Bunu kafamda mükemmel şekilde yaratıp kağıda dökmek istemiştim. Olmadı. Yapamadım. Hayalimdeki Sen beni anlatır diye korktum. Herkes kendinden pay çıkaracaktı yazılarımda. Bende, 'senden bahsetmiyorum,

Duygularımı yok ediyorum

Herşey var! Bütün evreni kapsayan bir sözcük neden ayrı yazılır. Herşey: Dünya üzerinde bitişik yazılması gereken tek kelime. Herşey var! Ama benden çok uzaktalar. Hayat tek aşkım olsaydı onun için dağları delmek yerine çevresinden dolaşırdım. Yolda elbet biri kestirme gösterirdi bana. Yanlış yerde doğduğumun farkındayım. Yanlış şeyler okuyup, yanlış bir yola girdiğiminde. Bütün duygularımı köreltip, kopmalıyım çevremden. Bedenimi özgürleştirmeliyim. Başkasının ağzından çıkan sözlerin kölesi olmaktansa, orta çağda Dünya'nın düz olduğunu haykırmayı tercih ederim. Bugün akşam yemeği yerken ilk adımı attım. Babam saçmaladı yine ve ben sinirlenmedim. Patlamak üzere olan volkanı mantarla kapattım. Büşra aklıma geldi ve suratına bıyık çizdim. Türk bayrağıyla dalga geçen bir İngiliz'e İskoçla beraber küfrettim. Sonra elime bir "ale" alıp İngilizle yudumladım. Kendi kendimin babasıyım. Beni düzmeye çalışan hayatı, ondan önce düzmek amacım. Ama içimden ne bir Kayra çıkacak n

İçim Bomboştu

Geçen gece uzun zamandır görmediğim bir kız arkadaşımla konuşuyordum. Kendisi ‘ooo … bey’ demese yazmayacağım, o derece hayırsızım. Gerçekten de öyleydi ama. Bu durumdan her fırsatta yakınırdı. haklıydı da. Sorsanız niye öyleydi diye verecek en ufak cevabım yok. En ufak yok. Neyse... ‘Resmen unuttun, hiçbir şey yokken çekip gitmen, konuşmaman üzüyor beni.’ dedi. Bende ‘Senle ne alakası var şimdi, ben hep burdayım. Ve sakın seni unuttuğumu söyleme, Sadece ne konuşacağımı bilmiyorum o kadar.’ dedim. Dürüstlüğümden bir gram ödün vermedim bunları söylerken. Ne diyeceğini kestiremiyordum. ‘Ben unuttuğunu düşünüyorum… Eskiden konuşacak çok konumuz vardı sanki. Konuşmak istemek yetiyor bazen. Bence...’ dedi. Düşündüm biraz. Ne paylaşabilirim ki ben onunla dedim. Sonra ona sordum. ‘Benimle ne paylaşmak isterdin?’ diye. ‘Bilmem’ diye yanıt verdi. Sorular yanıtsızdı. Hep öyle olurdu zaten. Birbirimizden düşünsel olarak uzakta olsak bile yetinebilir miydik acaba? Ya da yürütebilir miydik ara